Powered By Blogger

24 Eylül 2010 Cuma

In the Name of the Father


Baba ve oğullara
Bana gore çok güzel bir girişle başlayan ve Daniel Day Lewis’in döktürdüğü filmlerden bir diğeridir In the Name of the Father (1993 . Bir baba–oğul filmidir. Hayatta babasının sürekli aşağıladığı ve ona güvenmediği bir adam düşünün ve bu adamın bunlar üzerine kendi hayatına bile değer vermeden sağda solda serserilik yaptığını hayal edin. Irlanda’da IRA’nın çok etkili olduğu ve İngiltere merkezi yönetiminin baskıları azaltmak için yeni terror yasası çıkardığı zamanlardır bu.

Oğlunu tehlikelerden özellikle IRA belasından korumak isteyen babası Giuseppe, Belfast’tan Londra’daki kızkardeşinin yanına gitmesini ister. Filmin hemen başlarında hemen göz önüne serilen soğuk baba-evlat ilişkisi ilerleyen dakikalarda işlenen ve filme bir bakıma adını veren bir konu olacaktır. Londra’da halasının yanında kalmayı düşünmeyen ve Belfast’tan tanıdığı bir arkadaşının kaldığı harabe gibi bir binaya giden Gerry ve gemide karşılaştığı arkadaşı dönemi yansıtan hippi arkadaşlarıyla sağda solda gençliklerinin yaşar. Orada gönül macerasına da dalan Gerry, parkta çok yakından geldiğini bildiği bir patlamanın hayatını değiştireceğini nerden bilsin? Harabeden ayrılan ikili parkta Charlie Burke adlı yaşlı bir ihtiyara rastladıkları zaman hayatlarını kurtarabilecek biri olduğunun hiç farkında değildirler. Yolda buldukları anahtarla girdikleri bir fahişenin evini soyan ikili Belfast’a döndüklerinin hemen akabinde terör suçuyla yakalanarak 1 hafta işkence görürler. Hep bildiğimiz kareler gelir soruşturma sırasında: Yapmadıkları şeylerden sorumlu tutmak için polislerin göz altındakileri çeşitli işkenceden geçirmeleri, karşısındakini dinlemeksizin takılmış kasetçalar gibi aynı soruda takılı kalmaları, yakınlarını öldürmekle tehdit ederek suçu üstlerine yıkma çabası. Bunları izlerken de seyircinin öfkeden küfretmesi eksik olmaz tabi. Benim de aynen öyle oldu ama bilmiyordum ki bunlar başlangıç. Oğlunu kurtarmak için gelen baba, onun kızkardeşi ve çocukları da bomba hazırlamak, örgüte yataklık suçundan yakalanır. Gerry ve üç arkadaşı da Guilford olayından dolayı mahkemeye çıkartılır. Ingiltere mahkemesinin ve mahkemedeki insanların İrlanda nefretini kustukları ve insan haklarının en büyük savunucularından olan İngiltere yargı sisteminin büyük bir insan hakları cinayeti işlediği mahkemeye şahit oluruz. Sanık sandalyesinde oturan suçsuz insanların kendi kendilerini sinirden yedikleri, göz göre göre cezalandırıldıkları sahnedelerde izleyenlerin de sinir krizleri geçirmesi olası bir film. Parkta rasladıkları Charlie Burke adlı adamın ifadesini mahkemeden saklayan evil karakteri oynayan başkomiseri yumruklamak istediğim bir film ayrıca. Bütün sanıkların cezalandırılır.

Bundan sonra filmin sanki ikinci kısmı başlar:Baba-oğul ilişkilerini sorgular, geçmişten bahsederler ve giderek birbirlerine daha once göstermedikleri sevgilerini geç de olsa paylaşırlar. Guilford olayını gerçekleştiren adam yakalanır bu arada ve diğer suçlarla birlikte onu da itiraf eder. Ama geri adım atmaktan ve kamuoyu baskısından korkan yüce (!) İngiltere yetkililerini köşeye sıkıştırmaya başlayan kadın bir avukatın mücadelesi her şeyden ümidini kesmiş Gerry’i de harekete geçirir. Babası da bir yandan sürekli kötüye gitmekte olan Gerry aslında bu mücadelesini babası adını sürdürür. Maalesef babası suçsuz bir şekilde düştüğü hapishanede yaşamını yitirir. Haberi vermek için gelen rahibe Gerry’nin tepkisi “Thank you very much” olmuştur. Yüzündeki öfke ve kalbindeki acıyı anlatmaya yeter bu sahne. Giuseppe’nin ölümünün ardından hapishanenin bütün koğuşlarından aşağı atılan yanan kağıt parçaları ve arkada çalan şarkı filmin en hüzünlü ve anlamlı sahnesidir benim için. Bütün mahkumlar tepeden verilen görüntü eşliğinde onun için yas tutuyordur adeta. Pencereden görülen yansımada da bir yıldız kaymasına şahit oluruz. Tekrar yargılama sonucunda serbest kalan Gerry ve arkadaşları 15 gecikmeli gelen adalete karşı duruşlarını bütün izleyicilerin arasından sanki göğe yükselirmiş gibi ön kapıdan çıkarak gösterirler. Mahkemeden babasının da suçsuzluğunun tescilini isteyen Gerry mücadelesine devam edeceğini söyler.

Filmde etkileyen en büyük nokta bütün bunların gerçek oluşuydu. Demokrasi maskesi altına saklanan bazı ülkelerin de geçmişlerine bakınca pek de masum olduklarını söylemek mümkün değildir. İrlanda aksanı, birbirini koruyan kollayan bir İrlanda aile yapısı, IRA ve Büyük Krallık ilişkileri, ve Daniel Day Lewis’in oyunculuğudur benim için filmden geriye kalanlar… İnsanın sinirlerini geren, gerçek bir hikaye olması yönüyle daha da sarsan bir film…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder